"Mazlumun Düşmanı Tek Değil: İsrail’i Protesto Ediyoruz Ama Çin’i Neden Unutuyoruz?"
Abdüssamed KALDIRIM / abdulsametkaldirim@gmail.com
Dünya üzerinde zulüm ve haksızlık daima var olmuştur. Ancak, zulmü yalnızca belli coğrafyalara indirgemek büyük bir eksiklik olur. Son yıllarda özellikle İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım karşısında Müslümanlar ve vicdan sahibi insanlar haklı olarak tepki göstermiş, insanlık İsrail’e karşı büyük bir boykot kampanyası başlatmıştır. Ancak gerçekleştirilen bu boykot hareketi bir gerçeği gözden kaçırmamalıdır: "İsrail göz göre göre bedenleri, Çin ise kapalı kapılar ardında insanların dinlerini, inançlarını ve kimliklerini yok ediyor!"
Bugün Doğu Türkistan’da milyonlarca Müslüman, Çin’in ideolojik baskısı altında kimliksizleştirilmekte, zorla dinlerinden koparılmakta ve asimile edilmektedir. Tam da bu noktada Üstad Hazretleri’nin sözlerine kulak verelim. Üstad, Şuâlar’da cehennem ile alakalı olarak zalim ve mazlum kavramlarını ele alırken şöyle der:"Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler. Çünkü nasıl bin masumun hukukunu çiğneyen bir zalimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanı parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zalimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir."
Eğer Müslümanlar ve vicdan sahibi insanlar olarak sadece İsrail’e karşı tepki gösterip Çin’in zulmünü görmezden gelirsek hakkaniyetli olabilir miyiz? İsrail mi daha büyük zalim, Çin mi? Bu sorunun cevabı, zulmü nasıl tanımladığımıza bağlıdır. Eğer zulüm sadece öldürmek ve işgal etmekse, İsrail’in Filistin’de yaptığı zulüm elbette en ağır örneklerden biridir. Lakin zulüm sadece bedenlere yapılan bir saldırı değildir. İnsanların inançlarına, kimliklerine ve ruhlarına yapılan saldırılar da şüphesiz bir zulümdür.
İsrail, Filistinli Müslümanları öldürüyor ama onların imanlarını yok edemiyor. Zira zulmüne rağmen Filistin halkı Müslüman kimliğini koruyor, ezanlar susmuyor. Fakat Çin, Doğu Türkistan’da Müslümanları öldürmekten çok daha büyük bir plan yürütüyor: Müslümanları asimile etmek! Onları; ezanları susmuş, alınları secdeden kalkmış, dilleri Kur’an muhabbetinden yoksun bırakılmış, milli bilinci uyutulmuş ve imanından kopmuş bireyler hâline getirmek istiyor.
Eğer boykot bir bilinç hareketiyse, bu bilinç yalnızca İsrail’i değil, Çin’i de kapsamalıdır. Çin’in Doğu Türkistan’da gerçekleştirdiği baskılar, zulümler ve işkenceler, dünyanın görüp görebileceği en büyük insan hakları ihlallerinden biridir. Bugün milyonlarca Müslüman, toplama kamplarında zorla ideolojik beyin yıkamaya maruz bırakılıyor. Kur’an okumak, namaz kılmak, oruç tutmak yasak! Eğer bir Müslüman oruç tutarken yakalanırsa "aşırıcı" ve "bölücü" ilan edilerek türlü işkencelere maruz kalıyor.
Uygur Türkü kadınlar zorla kısırlaştırılıyor, Müslüman aileler yok ediliyor. Çin hükümeti, Müslüman çocukları ailelerinden kopararak onları Komünist Parti ideolojisiyle yetiştiriyor. Tarihi camiler yıkılıyor; İslam’a aykırı olacak şekilde camiler bara, dans kulübüne veya müzeye çevriliyor; İslami semboller yasaklanıyor.Üstad Bediüzzaman Said Nursî, bugün yapılan bu zulümler karşısında bizlerin nasıl bir duruş sergilemesi gerektiğini Kastamonu Lahikası'nda şu şekilde izah ediyor:"Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen canilere afuvkârane bakmaya hakkı yoktur, zulme şerik olur."
Doğu Türkistan’da yaşananlar tam olarak budur! Müslümanları imanlarından, tarihlerinden ve kültürlerinden koparmak; onları Allah’tan uzak, dinsiz ve kimliksiz bir topluma dönüştürmek istiyorlar. Bu, fiziksel ölümlerden çok daha büyük bir soykırımdır! İsrail’e karşı olan duruş, Çin’e de olmalıdır! Müslümanlar, haklı olarak İsrail markalarını, ürünlerini ve şirketlerini boykot ederek Filistin’e destek veriyorlar. Fakat aynı Müslümanlar, Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı zulmü görmezden gelerek Çin mallarını tüketmeye devam ediyor. Telefonlarımız, bilgisayarlarımız, kıyafetlerimiz Çin malı... Ucuz Çin malları, Müslüman ülkelerin duyarsızlığına sebep oluyor. Ahir zamanda bir Müslüman canının değeri, ucuz bir Çin malına denk midir? Çin, Müslümanlara zulmederken biz hâlâ onların ekonomisini ayakta tutuyoruz.
Peki, kendimize bir soru daha soralım: İsrail ürünlerini almanın Gazze’deki zulme destek vermek olduğunu düşünüyorsak, Çin’den aldığımız her ürünün de Doğu Türkistan’daki zulme destek olduğunu fark etmiyor muyuz? Üstad Hazretleri'nin de dediği gibi:“Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız, İslâm'ın şeairini tahrip ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise düşmanı tevkif etmez, teşci eder.” Eğer biz gerçekten mazlumların yanındaysak, sadece İsrail’i boykot etmek yetmez! Çin’e karşı da sesimizi yükseltmeli ve onlara ekonomik ve sosyal olarak destek vermekten kaçınmalıyız.
Boykot, sadece bir tüketim tercihi değil, bir bilinç, bir şuur ve ahlaki bir duruştur. Eğer biz gerçekten adaleti savunan bir ümmet olmak istiyorsak, zulme karşı tek bir cephede durmalıyız. Sadece İsrail’in zulmüne karşı çıkıp Çin’in zulmüne sessiz kalırsak vicdanımız rahat olabilir mi? Emirdağ Lahikası'nda, bu meselede nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğini izah eden şu cümleye dikkat çekmek gerekmektedir: "Halbuki küfre rıza küfür olduğu gibi; dalalete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalalettir."O hâlde boykot sadece İsrail’e değil, Çin’e karşı da olmalıdır! Çünkü zulme karşı tek ses, tek yürek olamazsak, zalimler asla durmayacaktır!